pusudaki eylül

midem bulanıyor, yolculuğumu soruyorlar
kötü geçti diyemiyorum
sevgilim bunun ismi rakı, bu da mezarımız
hayat dediğin zaten aerodinamik

zamanla sen de seversin yalnızlığı

hadi uzatmayalım beni büyüt
ya da bütün acıyı annemin tenezzülüne bırak
bizi büyüt
hani o son perde gelmeden diyorum, o korniş girmeden
bir kadını sevmenin yetiştirdiği pişmanlık gibi
tekil bir acıyı yaşıyoruz seninle, izafiyetin karnı tok

devrim kısaca senin yanın, evrim sanki çok şey gibi

sonra şarkı bitti
ve herkes kendine söylediği yalanlara inandı
imkansıza koşan atlar, doğanın doğal seleksiyonunun çarpıntısı
beni benden soğutacak merminin yuvası, kulakçığı ve kabzası
adınla biten bir tutulmaya denk gelebilir
üstüne alınma sadece düşün
hani o yüzünün berraklığını ya da hüznümün darmadağın oluşunu
her dolay bir başka bahaneyi uydurur kendine

biz birbirimizi değil, biz kendimizi terk ettik kendimize

şimdi seninle bol yıldırımlı gecelerin akabinde
vazgeçmenin, gençliğin ve umudun alzheimer’ını yaşıyoruz
büyüyor hala kendini devşiren dehliz
inkar tablasında düet yapan iki sahne ismi
çağırdıkça uzaklaşan bir gerçek tam aramızda
iki geri zekalının birbirini geri zekalı olduğuna ikna edememesi
gibi bir kabuğa çekilmenin ıssızlığı nedense her daim
ama bu sefer yanı başımızda
birer sürgünüz ve birer mahluk
ve biraz da olmamışlığımız,
yeteri kadar gururlu nöbetler tutuyor
kaybedenlerin sürekli baktığı aynada

beni aldırman için beni yok sayman gerekli, biliyorum.