eylül
geliyor girdabımızdan bile arsız, bize bir başlangıç ver
tutuşsun
artık bu serenatı andıran ihlalsiz kıvılcım
bu
toplum bize göre değil, eylül diyorum ve el ele devlete isyan
seninle
bir dünya şiir okumak için bin paket sigara aldırdım
daha
ne kadar güzelleşeceksin böyle bilmeden ve anlamadan
-
zan perdesini asıldıkça, ifşa kendini zaptedecek -
korkuyorum
sana geç kalmanın rehavetine kapılmaktan
muhtemelen
ellerinle ilgili yeni bir yer çekimi nüksedecek
hangi
gezegenden kendimi atsam, olduğun yere düşeceğim
allah
çok büyük güzelim, bak sana rağmen seni sevmeyen yanlarım var
mesela
daha gölgesiz bir dil tutturabilirdin bizi ayıran günlere karşı
yani
sadece ulvi bir çağrı olarak; bir gün allah için gel ama benim için kal!
sana
çavdar tarlasında ebu zer’den ve tante rosa’dan bahsederim
bu
arada sen de bize yaz bitmeden biraz reviens çal
birer
sigara daha yakıp güvercinleri seyredelim
senin
bir haykırışın var, bir hiddetin kimsesizlerden alacaklı
sanki
sancağına çekilmiş bekliyor kargaşanın kırmızı renkli barikatı
sen
cebrail'in yeryüzüne attığı ilk adım, derinine dik bakışlar atan sarp!
bende
bir yükseklik korkusu var ki sorma, çekilecek kıyılarımdan sığ sular
senin
senden habersiz tüm akdenize karşı böyle duruşun ve gözlerin:
dionysos’un
kılıcıymış gibi keskin bir şarabın her yudumunda ihtilal!
artık
bir merhabanın başlattığı bir ayaklanmadır kalbim
dionysos’un
kılıcı var mı bilmiyorum ama senin tenin harmani
allah
affetsin sarhoş bir yengece dönüştürüyor insanı
eylül
geliyor diye bağırıyorum yani sonbaharla itilaf
ezkaza
dokunursam, bildiğin kül ve intihar!
yani
‘bir gece bu şehirde bir şiirle ölebilirim’ radyosunda
ya
aklıma bir nakarat takılır, dilimden düşüremezsin
ya
da bir türlü ezberleyemediğim o şarkı yeniden başlar
sahiden
“hangimsin sen benim”
yalnızlık
yurttu senden önce, yokluğun yurtsever
artık
kış gelecek ardından biliyorum, biliyorum üşüyenler daha bi’ yalnız
biliyorum,
içine sarılmış güçlü bir kadın gibi ayakta kalacaksın
bin
sekiz yüz kırk sekiz yılı gibi bir serüvene dönüşecek bu kalp ağrısı
işte
bu uzak bakışlar ayracı, mezarlığıdır terk ettiğimiz temmuzların
bize
iki ölü ver, bir de eşkâli çehresinden büyük bir öğle sonrası
beslenme
çantasından mitralyöz çıkaran bir çocuk gibi içelim
bize
iki ölü ver, hazır üç bin kurşunla vurulmuşken gövdemiz
şiddetsiz,
uslu bir geçmişi gömelim.
*bireylikler dergisi, sayı 54 | ocak - şubat 2014